Bitti.
Gözlerimi sıkıca kaptıyorum, uykunun oradan kaçmak istediğinin farkındayım. Bütün gece boyunca ayakta kalmak zorundaydım ve yatağa yattığımda güneşin soğuk ışıklarının pencerenin kenarından hafifçe sızdığını fark ediyorum.
Uyku beni bu durumdan kurtabilecek tek şey, acılarıma biraz olsun dayanabilmemi sağlayabilir. İlginç olan ise uyurken acı çekmeye devam etmem ama acının form değiştirmesi. Aslında ağrım gayet fiziksel, kanal tedavisi olmam gerektiğini söyleyen acı bütün çeneme yayılmış durumda ancak uykuyla karışınca herşey garipleşiyor. Değişik rüyalar, ama hepsi uyuyor olsamda acı çekmem gerektiğini hatırlatıyor.
Sonunda uyanıyorum ve penceremin kenarından sızan ışıklar artık daha enerjik. Soğukluğun çoğu gitmiş azı kalmış, tıpkı diş ağrım gibi. Diş ağrısı geceyi çok sever, en savunmasız anınızın yatağınızın içine girdiğiniz an olduğunu bilir, yorganın altından süzülür ve sizi tam uykuya sarılmak üzereyken bulur ya da uykunuzla bir olup size ilginç işkence denemeleri yapar.
Aceleyle hazırlanmaya çalışıyorum, ne giydiğimin farkında değilim. Böyle anlarda benzer renkli şeyleri giymek komik durumlardan kaçınabilmek için en uygun yöntem. Pantalonumu giyiyorum, sonra ona en yakın renkli gömleğimi ve üzerine de bir hırka giydim, bu iş tamam.
Yolda yürürken telefon beklediğim hatırlıyorum, yanımda bir arkadaşım var. Arkadaşımın durumu için telefon bekliyorum ve yolda yürürken her zamanki gibi yine telefonumun çaldığının farkına varmamışım. Numarayı tanımıyorum ama arayanın beklediğimiz kişi olduğuna eminim. Arkadaşım benim bedava dakikalarım var benden geri ara diyor, hemen kabul ediyorum.
Bir erkek sesi karşılıyor beni telefonun diğer ucundan, tanıdık bir ses, sesin tanıdık olması beni cesaretlendiriyor. Aradığım kişi bir kız, hafif azarlayıcı bir ses tonuyla çıkışıyorum, bana Tuğçe'yi versene, onu aramıştım ben.
Karşımdaki ses hafifçe duraksıyor, şaşkınlığını fark ediyorum ama umursamıyorum. Biskuwi seninle görüşüyorum değil mi diye soruyor.
Bütün gecenin yorgunluğu var üzerimde ve ben böyle boş konuşmalarla vakit kaybediyorum. Tabiki de benim başka kim olabilir ki? Hem tanıyorsun hem de sorarak uzatıyorsun.
Hafif kızgın bir şekilde evet benim diye cevaplıyorum. Hemen ekliyorum sonrasında tabiki; ya sen şu Tuğçe'yi versene bir telefona?
Sıkıldım artık bu sessizlikten. Bu sefer telefonu uzatırken oluşan sessizlik olsun bu diye ümitleniyorum ama o telefonu başkasına uzatırken oluşan hışırtıyı duyamıyorum. Artık temiz bir fırçayı haketti bu tanıdık ses.
Biskuwi ben danışman hocan. Sanırım sen başka bir numarayı aradın.
Zamanın durduğu anlardan birini yaşıyorum ve yine o sessizlik. Ne diyeceğimi bilemiyorum, adeta dilim tutuluyor ve sonrasında sessizliği bozmak için bir kaç kelime çıkıyor ağzımdan.
Hocam hiç bozuntuya vermiyor, işi tamamen geyiğe vuruyor. "Bir kere de ben sana ulaşamadığımda geri aramıyorsun, Tuğçe zannettin ya beni, dakikasında geri aradın hem de başkasının telefonundan" ve bir kaç alaycı cümle daha geliyor arkasından. Konuşmanın sonrasında telefonu açtığımdan çok daha neşeli bir şekilde telefonu kapatıyorum.
Sonunda bitti. Lisans hayatımın sonuna geldim. Bu telefon konuşması aslında kısaca universite hayatımı anlatıyor. Sonunda gülerek kapattım.
ve belkide bu duruma özel, güzel bir şarkı: My Brightest Diamond - Something of an End
Daha fazla bilgi için;
My Brightest Diamond - MySpace
Kendinize iyi bakın, kalın sağlıcakla...
Biskuwi...
No comments:
Post a Comment