Rusya'ya gidenler bilir, ülkede hüzünlü bir kırmızılık vardır. Binalar, bulvarlar, akşam güneşi, insan yanakları hepsi birden aşkın en ateşli rengine bürünmüştür. Bolşevik Devrimi'nden kalan yıkık dökük bir mirasın izleridir bunlar. Kızıl bir devrimin.
2004 yılındaki Rusya gezimde binaların kiremit rengine çalan eskimiş kızıllığı beni şaşırtmıştı. Binalar savaş kokuyordu. Yanık barut kokusu kaç bin kere ayaklar altına alınmış merdivenlere sinmiş hala tütüyordu. Rusya'da merdivenler en az 3 kişinin yanyana bir basamakta durabileceği genişliktedir. Çekirdek bir aile aynı anda sokaktan eve, evden sokağa çıkabilsin diye sanırım. Böyle bir binanın bodrum katında bir rent-a-bicycle dükkanı vardı. Dükkanda küçük iskemlesinde bisiklet parçaları tamir eden yaşlı bir amca oturuyordu. Yüzündeki çizgilerin Gorbaçov döneminde keskinleşmeye başladığı anlaşılıyordu. 20 yıl içinde hepbiri birer ağaç kökü gibi zamanla ilerleyerek derin çukurlar açmıştı. Kırmızı yanaklı bu amcadan kırmızı bir bisiklet kiralayıp kızıl bir kentte burnum kızarana kadar şuursuzca dolaşmıştım. St. Petersburg alabildiğine düz, alabildiğine Avrupai uzanıyordu. Güneş batmak üzere selamını çakmış, pılısını pırtısını toplayıp şehirden uzaklaşıyordu, hüznünü bırakarak.. Kantemirovsky Köprüsü üzerinde iken durdum. Bisikleti demirlere dayadıktan sonra cebimden Cezayir'deki Beni İsguen şehrinde kaçak aldığım sigarayı çıkarıp uzun ve derin bir soluk aldım...
Sevgiyle..
Cuckoo Cocoon.
No comments:
Post a Comment